24 Temmuz 2007 Salı

“Reyting Gerçeği” Kitabı Tanıtım Yazısı


Özel televizyon yayıncılığının ve ardından televizyon izleme ölçümlerinin başlaması ile birlikte “Reyting” kavramı gerek gündelik hayatımızda gerekse iletişim literatüründe yoğun biçimde kullanılmaya başlandı. 1992 yılında başlayan ve onbeş yıldır devam eden televizyon izleme ölçümleri konusunun bilimsel temelleri, içerdiği yöntemler ve yol açtığı sonuçlar üzerine genel bir bilgisizliğin, giderek bir vurdumduymazlığın olduğu bir gerçektir. “Reyting Gerçeği” kitabı medya çalışanları ve genç iletişimciler yanı sıra sıradan televizyon izleyicisini de bilgilendirmeyi amaçlıyor.
Kitap ayrıca, günümüzde büyük ölçüde televizyon izleme ölçümü verileri ışığında gerçekleştirilen program planlama stratejilerinin nasıl belirlendiği, televizyonların idari yapısından, reklam gelirlerine varıncaya kadar bütün yapıyı nasıl etkilediğini de açıklamaktadır. Konuyla ilgili bu kapsamda hazırlanmış ilk kitap olan “Reyting Gerçeği”, televizyon izleme ölçümleri ve program planlaması konularında birçok soru işaretini ortadan kaldırmakta ve televizyon yayınlarındaki reyting gerçeğini ortaya koymaktadır.

“HERKES BİRGÜN ÖLÜR AMA HERKES GERÇEKTEN YAŞAMAZ”

“Cesur Yürek” filminin önemli bir sahnesinde söylenen bu sözü ilk duyduğumda, hemen kalemime sarılıp bir kağıda not almıştım. Gerçekten çok anlamlı ve üzerinde düşünülmesi gereken bir söz. Her ne kadar filmde farklı bir anlamda söylendiysede, bu sözden yola çıkarak “GERÇEKTEN YAŞIYOR MUYUZ?” ya da gerçekten yaşıyor muyum? sorusunu çok defalar sordum kendi kendime. Cevap hep aynı oldu... “Gerçekten yaşamaya çalışıyorum(z) ama olmuyor”.
Öyle bir düzen içerisinde yaşıyoruz ki, çoğu zaman hayat anlamını yitiriyor, yaşadığımızı unutuyoruz ve bir makinenin parçası gibi davranıyoruz. Tek çabamız hayattan keyif almak olmalıyken, günlerce durmaksızın çalışmaktan, işten eve, evden işe yetişme telaşından, alışveriş yapmaktan, fatura ödemekten vs. vs.. den dolayı gerçekten yaşayamıyoruz. En son ne zaman derin bir nefes alarak temiz bir havayı keyifle ciğerlerinize çektiniz ve yaşamak güzel dediniz hatırlıyor musunuz? Eğer çok uzun zaman oldu diyorsanız gerçekten yaşamıyorsunuz demektir. (En azından son zamanlarda).
Bir çoğumuzun hayalidir; Küçük bir kasabada, küçük bir evde sadece temel ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar çalışıp, mutlu bir hayat sürmek. Ama çoğu zaman hırslarımız bunu yapmamıza engel olur. Tabi bunu başaranlar yok değil. Aşağıda hikayesini yazdığım meksikalı gibi...
Bir Meksika köylüsü, kayığıyla balık avlarken, yanına içinde zengin iş adamlarının bulunduğu bir turist gemisi yanaşmış... İş adamlarından biri balıkçıya geçimini nasıl sağladığını sormuş... Balıkçı “ öğlene kadar 5-6 kilo balık yakalıyorum.. Bunların 4-5 kilosunu satıyorum.. kalanını da eve götürüyorum sonra karımla siesta yapıyoruz.. öğleden sonra arkadaşlarımla sohbet ediyorum akşam da çocuklarımla oyun oynuyorum..” demiş. İş adamı balıkçıya “ öğlene kadar çalışacağına, akşama kadar çalışsan.. daha fazla balık yakalasan.. sonra biriktirdiğin parayla daha büyük bir kayık alsan.. zamanla yanına birkaç adam alırsın kayığını daha da büyütürsün.. bir balıkçılık şirketi kurarsın sonra bu şirketide büyütürsün ve bu çalışma ile bir gün Washington’da bir holding kurarsın.. Sonra o kadar çok paran olur ki çalışmaya ihtiyacın kalmaz.. o zaman emekli olursun. Küçük bir kasabaya yerleşirsin.. Küçük bir kayık alırsın.. öğlene kadar balık malık tutarsın sonra öğlen karınla siesta yaparsın.. öğleden sonra arkadaşlarınla sohbet eder akşam da torunlarınla oyun oynasın.. Böylece mutlu bir hayat sürersin” demiş... Balıkçı ise “ Ben bunları zaten yapıyorum” demiş..
Hayatın öznesi olduğumuz güzel bir yaşamdır hepimizin dileği. Zor da olsa, bu uğurda mücadele etmekten yılmamak gerek.